21 Nisan, 2010

Kent ve Tuz

Eve yeni eşya almak konusunda bile oldukça yavaş bir ritme sahip olan ailem, koskaca bir evi taşımaya karar verdiğinde, elbette birkaç kurban seçmemiz gerekiyordu. Kimin, niçin kurban edildiğini hiç anlamayan biri oldum hep; belki de bu yüzden, benden izinsiz başlayıp biten törenlerde aleyhime büyüler okundu sürekli. Taşınma büyüsünün yan etkisi de, haliyle, benim üzerimde işledi. İçinde 'önemli notlar' sakladığım bir kutu kayboldu; içinde 'yırtık sayfalar' sakladığım bir başka kutu da kayboldu ve bir-iki kitap, bir daha asla bulunamadı. Aynı apartmanda, aynı cephede, bir alt kata taşındık oysa. Demek ki, sabitlik bozulduğunda, kopmalar da başlıyor.

Alt kata inemeyen birkaç kitaptan biri: Kent ve Tuz, Gore Vidal. Vidal, Myra'sıyla bana kendini göstermişti. Onun tarih gözlükleri, benim gözlük numarama uyuyordu: Son İmparatorluk'u da sevmiştim. Kent ve Tuz'sa, en sevdiklerime ya da bu ilgiyi göreceklerini sandıklarıma uyguladığım bir ritüelle, özel bir ana ertelendi. Kafamda kurguladığım zaman çizgisinde yerini bulmadığı için okumadığım kitaplar, izlemediğim filmler, dinlemediğim müzikler vardır. Kent ve Tuz'u bir yolculuğa ayırmıştım. Meğer o yolculuk, kitabın kendi belirsizliğindeymiş.

Eve taşınmanın ardından geçen 6 ayda, ne bir yolculuk oldu, ne de bana Kent ve Tuz'u tekrar hatırlatacak bir an. Yolculuksuzluk ve ansızlık, bir başka anlamda haklı çıkacaklardı. Fakat bu hak değişimine kadar, biraz sabretmem gerekti. 6 ay geçti. Ardından, Levent Yılmaz'ı tanıdıktan sonra iyice dikkat etmeye başladığım Helikopter Yayınları, helikopterini benim kucağıma indirdi. Beyaz kapağın üzerine kırmızı yazı. Tuz kadar beyaz.

Hani zaman takıntılıyım ya, Kent ve Tuz'un güncel kronolojimdeki yerine bakmam gerekiyor: Yolculuksuzluk ve ansızlık ve de bu iki hale ek olarak, kendini sakınma nöbetleri. Mimiklerle ya da bakışlarla. Mesela, elmacık kemiklerimin üzerinde asılı yanaklarımı şişirince, dudaklarım inceliyor. Yüzdeki bu değişim, seni koruyacak bir soğukluğu tetikliyor. Kitabın başkarakteri Jim Willard'ın yüzüne uyguluyorum aynı gülüşü. Tam oturuyor. Sonra, koltuğa oturuyorum ve koltuğun yanındaki, okumakta olduğum kitap, çizgi roman ve dergileri dizdiğim sehpanın kalabalığına bakıyorum. Filminden sonra tekrarlamak istediğim Tek Başına Bir Adam, birkaç 2000ler İngiliz Şiiri, Jonathan Ames'in yazdığı grafik roman vesaire. Sehpada, Kent ve Tuz'u çeviren Fatih Özgüven'in çeviri kronolojisine ait duraklar/komşular bulunuyor. Sırayı bozmamam gerekiyor. Bir başka ipin ucu, evin tavanından sarkıyor. Bu kitabın ilk baskısını kaybetmiştim ve şimdi geri ödeme yapmam gerekiyor.

Kent ve Tuz, hemen bitiveriyor. Jim'i çok seviyorum. Paul'u çok seviyorum. Kitaptaki her karakteri çok seviyorum ve sevdiğim her gerçekçi karakter gibi, kendi dünyamdaki izdüşümleriyle karşılaşmak için heyecanlanıyorum. Jim, hüznünü katılaştırmayı biliyor. Bunu pek beceremediğim için, Jim'e biraz imreniyorum. Onun gülüşü, daha da incelmeli, diyorum. Neredeyse belli olmayan bir kas hareketi, silik bir çizgi. Ya da tam tersi, bir kahkaha, ender ama etkili bir kahkaha. İkisinin arasında kalan tüm olasılıkları siliyorum. Zamanı birileriyle birlikte harcamayı sevdiğimden, kitabı da birilerinin varlığına mı bağlasaydım? Jim'in yarattığı muğlaklık, benim sorularımı besliyor. Dediğim gibi, sabitlik bozulduğunda, kopmalar da başlıyor. Hem kendini bir yere bağlasan da, bağlamasan da: Hiçbir şey olduğu gibi kalmıyor.

0 yorum: