20 Haziran, 2007

Jean Genet
Hırsızın Günlüğü

‘Dorian Gray’in Portresi’ni okuduğumda, süre giden estetik ve mantık çatışmam yerini mutlak galibiyetlere bırakır gibi oldu. Oscar Wilde’ın ardından, Jean Genet kitapları okumak estetiğe olan düşkünlüğümü arttırdı. Gerçek sezginin insanın içinden geldiğine inanan biri olarak kararlarımı, kendi yargılarıma ve duygularıma göre almam gerektiğini kavramaya başladım.

Bu düşüncelerimden yola çıkıp beni ‘güzellik’ düşkünü biri sanmayın, bahsettiklerim bir kadının kalçaları ya da masmavi deniz ile sınırlandırmayın lütfen. Duygularımızı etkileyen her şey güzel olmayabilir, fakat kişinin algılarına göre ‘hoş’ olmak zorundadır.

Jean Genet için ‘iyi’ olan bir şey aynı zamanda güzel ya da keyif verici olandır. Kolayca kaygı ve umutsuzluklara düşebilen biri olmasının yegâne sebebi de budur. Fakat olumludur kaygılar onun için, sıkılınca atılan bir oyuncak gibi olduklarından çok çabuk bertaraf edilebilir. Umut her zaman vardır…

Jean Genet. Babasının kim olduğu belli olmadığı gibi annesi onu doğar doğmaz terk etmiş. 10 yaşında küçüklüğünü geçirdiği yetimhaneden kaçmış. Avrupa’yı hırsızlık, kaçakçılık gibi suçlar işleyerek turlamış, sık sık hapse girmiş; hırsızların, fahişelerin, katillerin dünyasında bir göçebe, çoğu zaman hırsız, kimi zaman fahişe olarak yaşamış. Toplum dışı, serseri, vahşi bir hayat değil mi? Ne kadar ilginç ki yara almadan ilerlemiş yolunda, kitaplarıyla kutsamış kendi dünyasını ki onun için bir tarafta kendisi, beri tarafta diğerleri vardır. Çok şanslıyız ki Genet’ninki kadar zor bir hayatımız yok, çok şanslıyız ki Genet gibi azizler zorlukları aşmamış olanlar için örnek olabilir bu dünyada.

‘Hırsızın Günlüğü’, yazarın en ünlü eserlerinden biri olup otobiyografik öğeler içeren vahşi bir saldırı, güçlü bir günah çıkarma.

Genet kitap boyunca Avrupa’nın dört bir köşesini dolaşır; İspanya, Fransa, Polanya, Almanya… Her yer aynıdır onun için; barlar, ucuz oteller, boş banklar, sevgililerinin evleri ve hapishaneler. Bunca olumsuzluluğa rağmen mutludur, çünkü hayatında ‘aşk’ vardır. Bu ‘aşk’ çoğu zaman birilerine duyulsa da; ihanetin egoyu tatmin edişi, başıboş dolaşmanın verdiği kâşiflik duygusu, hapishanelerin güvenliği, kentlerin güzelliği, kısaca her şey, duyguları harekete geçiren ve özün hoşuna giden/kişisel çağrılara cevap veren imgelerdir. Yazar, umutsuzluğa kapıldığı anda tutunacak şey çoktur. Fakir yaşamında zirvededir. Marjinallikleri muhaliflik olarak algılayanların fikirlerine çürütürcesine, derin ve ince bir şekilde bahseder yaşadıklarından. Hırsızlık, ihanet, suç, eşcinsellik gibi kavramlara yeni tanımlar bulur kitabında, bizi de peşinden sürükleyerek.

‘Hırsızın Günlüğü’nden de anlaşılabileceği gibi gerçek bir asi ve anarşist olan Genet’in kıskanılacak mutluluğunu onun alçak gönüllüğüyle bağdaştırabiliriz. Yerleşik ahlak düzenleri içersinde ezilmektense, karşı çıkıp kendi benliğini bulmayı savunurken yaşadığı aşağılayıcı erotizm ve şiddet, törensi davranışlara dönüşür. Görkemden uzak bu törenlerde kendini aşağı görmeye çalışır Genet, Sartre’nin tabiriyle bir aziz gibi…

Pek çok kimsenin dokunmaya cesaret edemediği bir dünya, Genet’nin şiirsel anlatımıyla farklı bir güzelliğe bürünüyor adeta. Derin analizler ve şaşırtıcı temellendirmeler bazı kavramları tekrar düşünmemize sebep oluyor. Kitabın sonunda kararları ve engelleri kendi yargı ve duygularımıza göre almamız/aşmamız gerektiğini öğreniyoruz. Açıkça söyleyebilirim, Genet’nin vahşi yaşamındaki parıltı ders oldu bana.

0 yorum: