23 Eylül, 2007

Sırça Fanus ve Sylvia Plath
Kimileri, kimilerini öldürür. Kıskançlıktan öldürür. Önce parlatır, sonra söndürür. Nice nice isim kendini gömer, yeteneğini gömer, iyiler ölür. Oscar Wilde, 1900 yılında sefalete yenik düşer; yeni yüzyıl onu taşımak dahi istemez. Nilgün Marmara, idolleşmeye gidecekken, sert kaldırımlara bırakır kendini. Örnekler de, hüzünler kadar çoktur.
Fakat konu ölüm ve intihar olunca, edebiyat alanında, Sylvia Plath koca bir adım öne çıkıyor. Kafasını fırına sokarak gitmeyi yeğleyen Plath, herdaim buğulu ve büyüleyici bir nesne olarak, sergilenmeye devam ediyor!

Şaşıyorum doğrusu, nasıl böylesi yetenekli bir insan kendinden nefret eder? Büyük burslar kazanmış, ilk gençliğinden beri dergilerle çalışmış, resim alanında da ödüller toplamış, edebiyat eğitimi konusunda ulaşılması zor bilgilere sahip olmuş. Yeme de yanında yat. İmrenilesi hayat. İşler bu kadar basit yürümüyor-muş; gençlik yıllarıyla keşisen tek romanı 'Sırça Fanus'un işaret ettiği çöküşleri anladığım kadarıyla söylüyorum bunu. Yükseklerde pasivize edilmiş, ünlü şair Ted Hughes ile olan evliliğiyle korumaya çalıştığı kadınlık onurunu kaybetmiş, yazıları sürekli eleştirilmiş; dış etkenler Plath'ı kendisine itmiş, içte sıkışınca da kendine zarar vermiş. Olabilir mi?

50'li yılların Amerika'sında, parlak bir üniversite öğrencisinin zihinsel bunalımlarını oldukça sürükleyici bir dille anlatan Plath; karakteri üzerinden, başkaları tarafından küçültülmenin ne denli yaraladığının altını çizerken, 232 sayfalık esere nice başlık sığdırmayı başarabiliyor. İlk çeyreğini Salinger tarzı bir tatlılıkla ilerletirken, Esther'in yaz tatili için okulu terk etmesiyle hava tastamam kararıyor. Evlenmek falan istemediği, fakat verem olan erkek arkadaşını üzmemek için roller oynayan, acımasız dergi editörleri ve huysuz öğrencilerle uğraşan, üstüne birde edebiyat bursunu kaçıran kahraman; iyice sıyırdıktan sonra intaharı deneyerek okuyucuyu da kendi sıkıntılarına ortak ediyor, ipe götürüyor. Feminizm, McCarthy Amerika'sının rahatsız havası, ölmeye çalışma ve yeniden doğma gibi kavramlar kıvrak, fazla karışmayan fakat aklı karıştıran cümlelerde yükseliyor. Mutlu bitmeye çalışan eser, kalpte çatlaklar oluşturuyor.

20. yy Amerikan Edebiyatı'nın adı en akılda kalanlarından olan Sylvia Plath'ın hatırlanırlığı, 30 yaşında hayatına son vermesiyle iniltili maalesef. Ününü simgeleştiren, yazarın gençlik yıllarıyla keşisen, neredeyse otobiyografik romanı 'Sırça Fanus' ise katili işaret ediyor. Kitap tıknefes bitince anladım; Plath ölmeseydi, rahat edemezdik, çekemezdik böylesi yeteneği. En iyisi, öldürmek. Ölsün, gitsin. Öldü, gitti, tek romanla bitti. Hayırlı olsun.

Not: Bu aralar ne yazsam, ya özel ya da kötü oluyor. Bunu ekledim ama beğenmedim de. Öyle yani.

2 yorum:

Goddess Artemis dedi ki...

Nasıl Yazı Yazamazsınız?!

Goddess Artemis dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.