12 Haziran, 2008

2 Mesele

1.

'' Köye gitsene. Köy iyi gelecektir. ''

(Ben, bu yazın sonunda yeşil ve ağaçlı Malatya sokaklarını göreceğim.

11 yaşında yürüme yetisini, 22 yaşında da yaşama yetisini yitirmiş şair Kemal Kale'nin 1987 yılında İz Yayınları'ndan çıkan ''Yaşlanmayan İklimlere'' isimli sivil - romantik şiir kitabının en güzel sayfalarından, Rüzgarsız Yerde Fırıldak:

'' Ben kırlara göreyim, ben kırlara göreyim
Kırları özlüyorum
Kırları göreceğim. ''

Taner Kara'ya fırıldak.)

Köyünde, Elazığ'da kimse kalmamış. Sülalecek ayrılmışlar oralardan. Çoğu İstanbul'a, Kadıköy'e yerleşmiş. Kendi de Kadıköy'de doğup büyüdü.

'' O zaman varoşları gez, orospuların yaşadığı sokaklara çık. ''

'' Lan, ben de aynısını düşünmüştüm bugün. ''

Ağır metal kalpli arkadaşım, harbiden yapayalnız ve de kapkara bir çocuktur iki sene oldu tanışalı, beni yanına alıp dik yokuşlardan inmek, yoldan yürümek istiyormuş. Kadıköy'den vapura binmek, Karaköy'de inmek. Karaköy'ün tüm sokaklarını izlemek. Zürafa Sokak. Hem de kaç zamandır. Söylememiş. Dün akşam ortaya çıktı.

Biz, çok konuşmuyoruz, konuşmak yerine anlamların belirmesini bekliyoruz. (Zamana inanmayıp zamanın kendini belli edeceğini düşündüğümüz gibi bir bilinçle.) Bu da sınır çatışmalarıyla mümkün oluyor. Sınır çatışmalarının gösterdikleriyle birbirimizi tanıdık, sınır çatışmalarıyla yetiniyoruz. Düşmanlarımız aynı fakat yanyana savaşamayız, nereden vuracağımızı tartışıyoruz.

Tünel'den Karaköy'e inerken, sol tarafta kalan yokuş-sokaklardan biri, Zürafa Sokak. Taş döşeli yolu, az katlı biçimsiz evleri var. Altın dişli ve altın bilezikli şoparlar, memeleri pörsümüş hayat kadınları, pezevenklerden farklı olarak korurmuş gibi yaptıkları kadınlara zarar veren tokmakçılar, mahreme başı eğik taş döşeli yolu kaldırımdan yürüyen mahçup erkek müşteriler ve daha yalnız bir hayatı seçen eski külhanbeyleri yaşar o sokakta, ölür o sokakta. O sokağı göreceğiz. O sokağı dinleyeceğiz.

'' Kimse siktiğine sirkeli demezmiş.''

2.

Yüzyüze konuşmadığım, yanyana yürümediğim birine gıcık kapamam ben. Tanışırız, geçit vardır, geçilir, yoldan yürürüz, yoruluruz, o zaman birbirimizi sevip sevmediğimiz belirir, birbirimize tavır koyacağımız düzeye gelmiş oluruz, tavır ya da ukalaca tepkiler gösterebiliriz. Ama insan-insana dijital olmuyor, n'aber!

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Algıyı ve yargıyı birbirine karıştırmayın lütfen!Aylarca benim hakkımda da pek çok şey yazıldı,çizildi -dogru,genelde yanlış-ayrıca benim yerime düşünüldü-ve bu benim canımı acıttı biraz,biraz mı?Şimdi aynı şeyi başkalarına yapmanın da hiç bir anlamı yok,pek çok insanı,onların iletişim şekillerini aynı kefeye koyamazsın dimi?Kaçını tanıyoruz?Algılamak güzel yeni dünyalar keşfetmek ama yargılamak????Onun yerine hepimiz müzigi seviyoruz falan dimi??Sanal ya da gerçek her yerde ilginç canlı muamelesinden de sıkıldım ayrıca dogruyu söylemek gerekirse.Sonuç olarak bu herhangi bir yere yazdıgım son harfler-gerçekten-Trafik kazası deyin,varolmadı deyin,deli deyin,ben benim işte napıyım,boşverin benim psikolojimi!Gerçekten dürüst bir yazı bu,devamlılık için falan degil-hoş öncekiler de öyleydi ama-,devam ettirilmemesi için.I don't EXIZT-Hani İngiliziz ya güya ya da göya bilmiyorum.

fırat dedi ki...

Yani, düşünsene, adamı tanımıyorum bile, nezaketen ve birbirimizin bloglarını takip ettiğimizden, linklerimizi veriyoruz kendi bloglarımızda, sonra, sonra, o benim blogun linkini siliyor kendisininkinden. Tabii, blogumun linkini tutmalı filan diye demiyorum. Siliyorsa silsin. Fakat bu durumda biraz da belli bir rahatsızlık var. Ama neden ve niye?

Dijital egoları sevmiyorum ve böylesi tepkiler saçma geliyor bana.