23 Şubat, 2009

Yalnızlığın Kadını

Yıldız Tilbe'yi ilk dinlediğimde, onun bir çeşit talihsiz-romantik kahraman figürü olduğunu sezinlemiştim. "Vursalar Ölemem"di şarkısının adı ve şarkının sözleri, benim için güzel anılar taşımayan çocukluğumun dil düzeyine çarparak yaşadığı sarsıntılara eşdeğer kalıcılıkta anlamlar yüklüydü. Okuduğum kitaplar kadar etkilenmiştim. Yalnızlık, geri dönmeyenler, taşkınlık gibi çağrışımların peşinden önceden de gittiydim; "Kar hazır inmeye saçlarıma beklemedim ki beklemedim" cümlesinde saklı teslimiyetin özden yansıdığını içten içe biliyordum; garip belki, yine de, şaşırtıcı bir hızla, o zamanlar adını koyamasam da, şiirsel bir alana çekildiğimi hissederek, Yıldız Tilbe'nin lirik gerilimini zorlanmadan benimsedim. Onu dinlemek, bile bile elektrik tellerini kendine dolamaktı. Çocuktum ve gençliğin ne olduğundan çok, nasıl yitirileceğiyle ilgiliydim. "Gençliğimin gül bahçesinde aldı telaş beni ellerine" Telaşı deneyimlemek isterken Yıldız Tilbe dinlemek, merakımı ve hüznümü daha da deşiyordu. Zaman geçtikçe telaşın yerini kendine dönük kontrol mekanizmaları aldı. Bu mekanizmaların bengiliğinde gençlik başka şeyler için dinamo görevini aldı. Neden sonra "Güzel bir şarkıya benzer aşk/Ama kolay mıdır bir şarkı yaratmak" dizelerinde şarkı yerine şiir ekledim, öyle mırıldandım. Hatırlıyorum, bilmemkaçıncı ameliyatımda kapının önüne dizilmiş akrabalarımın kalabalığını görünce içimi büyük bir çaresizlik duygusu kaplamıştı, hiç korkmadığım kadar korkuyor ve gri koridordan gerisin geriye koşarak kaçmayı düşlüyordum. Sonunda cesur davranmam gerektiğine kanaat getirip önceki ameliyatlarımdan sağlam çıktığımı hatırlayarak ameliyat masasına kadar sessizce yürüyebilmiştim. Oda çok soğuktu. "Değerini Bilmek Gerekir Aşkın" çalıyordu odada. Neden müzik çalıyorsunuz? demiştim, aslında neden böylesine duygusal bir şarkıyı seçtiniz demek istiyordum, devam edecekken, hemşire vereceği kısa cevabı için lafımı kesti; Hastalar sakinleşsin. Beni masaya yatırdı. Göğsüme bir takım kablolar yapıştırdı. 10'a kadar saymamı istedi. 4'e gelmeden baygındım. Ameliyattan çıktıktan sonra bir süre müzik dinlemem yasaktı, kulak operasyonuydu sonuçta. Yine de, narkozun etkisi geçip kendime geldiğimde bu şarkıyı yakalayacaktım radyoda.

Dün akşam eve biraz geç döndüm. Dershane saat 6.30 civarı bitmiş, ardından, bana aşık olduğunu söyleyen fakat yalnızca düzenli ilişki peşinde biriyle bira içmeye gitmiştim. Sokak arasında, ucuz bir yerdi, her çeşit insanın bulunduğu yerlerden. İçeride sevgililer elele kanepelerin üzerinde, eşcinseller salonun arkasındaki dans pistinde, sadece etrafı izleyenler barın önünde, bizim gibi sakin müşteriler ise caddeyi gören geniş camlara dönük masalardaydı. Göz ucuyla dans pistine baktım; üç feminen oğlan ile iki maskülen kız Hande Yener çalınca iyice coşmuştu. Onları izlerken cinsiyetlerimizin kendi görüntülerine dair kuşandıklarını yeniden düşünme fırsatı buldum. Üzerlerine düşen loş ışıkta anneannem değil kuzenlerim bile kızları oğlanlarla, oğlanları da kızlarla karıştırabilirdi. Bu karmaşa hoşuma gidiyordu. Üstelik Taksim'de filan değildik, Bakırköy'deydik ve saat daha akşamın sekiziydi. Kafamı tekrar masadaki barddağa çevirdiğimde masanın üzerinde yanıp sönen cep telefonumu farkettim. Annem arıyordu; kızkardeşime göz kulak olmam için beni eve çağırıyordu. Zarifçe özür dilereyerek masadan kalktım ve fazla dikkat etmeden yanağından öptüm. Onu kırmak istemiyordum. Sıcak bir gülüş için bir bahane aradım. Bulamadım belki, ama sıcak bir gülüş için bir bahanem varmış gibi davranabildim. Ondan hiç bahsetmedim, bahsetmeyeceğim de. Mekandan çıkarken dans pistindeki oğlanlardan biri, ötekine, kullanılmayan taşşaklarını sallarken düşüreceksin kevaşe, deyince ister istemez gülümsedim ve onun yerine dans pistinde gördüklerimden bahsetmem gerektiğini hissettim. Öyle de oldu.

Eve vardığımda annem ile babam akşam yürüyüşüne çıkmışlardı, kızkardeşimi buldum sadece, o da televizyona dalmıştı. Üzerime sinen sigara kokusundan arınmak için üzerimdekileri kirli sepetine tıkıp duşa girdim ve yarım saat boyunca duşta kaldım. Su ile oyalanmayı hep severim. Birden, saçlarımın kopup döküldüğünü hatırladım, ellerime dolmuşlardı yine. Yazın bile kaynar suyla yıkanıyorum ve bu alışkanlığım zaten kuru saçlarımın tüm parlaklığını alıyor, saç köklerimin kuruyup güçsüzleşmesine sebep oluyor. Ilık suya bile dayanamıyorum. Cezamı göze alıyordum, umursamadan ısıyı yükselttim. Kendi kendime zarar vermeyi iyi biliyordum.

Saçlarımı kurulamadım. Fön pek yararlı değildir. Eğer saçın elektriğini iyi alamazsanız kabartmaktan başka işe yaramaz. Hatamı telafi etmeye çalışıyordum. Oturma odasına dönüp ıslak başımı kanepeye yasladım. Hazal söyledi, İbo Şov başlamış, reklamdaymış. İbrahim Tatlıses'e tahammül edemiyorum. Kürt kimliğini inkar etmesinden, yarattığı sahte kişiliğe ve klişelerine kadar, tepeden tırnağa, rahatsız edici. Gerçi bir ara çok sevdiğim "Yemen Türküsü"nü söylerken gösterdiği başarıyla sempatimi kazanmıştı, yine de en fazla budur, bir anlıktır. Beraberce günlük sohbetimizi sürdürdük reklamın bitmesini beklerken. Kapı zili çaldı. Annem ile babamdı. Babam kimi cümleleriyle övünür. Aramızdaki fark, aramızdaki benzerlik. Televizyonun yüksek sesi Yıldız Tilbe için açıktı ve reklam bitmişti; televizyondan gelen ses Yıldız Tilbe'nin şarkısını taşıyordu. Babam kendi cümlesiyle övünmeye hazırlandı, sürekli tekrarladığı; Bu kadın okusaydı dünyaca ünlü bir sanatçı olurdu, dedi. Annem, babamı onayladı. Parasızlık ve ev işlerinin yorgunluğuyla iyice bunalan annem, babamı onaylamada kendine dönük bir güç buluyordu. Babamsa, annem kadar değilse de, annemin fikirlerine duyduğu muhtaçlığı hatırlatarak eşitliği sağlıyordu. Bu aralar sık sık birbirlerini yüceltiyorlar. Birkaç dakika sonra, hepimiz oturma odasındaydık ve Tilbe'nin hipster histerik danslarını yorumluyorduk. Ben ailemin yanında kolay kolay susmam. İlla ortalarında oturacağım ve illa konuşacağım. İleride sosyoloji okursam tez konusu olarak Yıldız Tilbe'yi seçeceğimi söyledim onlara. Tilbe'nin ne kadar kırılgan baktığına dikkat etmelerini istiyordum ayrıca. Babam kadının dansına takmıştı; esrar bağımlılığını ima ederek, ne tutarsız bir neşe, deyiverdi. Oysa ben bu ölçüsüz neşeyi bir yerlerinden tanıyordum. O evine dönünce ağlayacak ama hatta belki hemen şurada, diye karşıladım. Doğru çıktı, ağlayacaktı.




Canlı yayında yaşanan kavgayı izlemeden yattım. Açıkcası İbrahim Tatlıses'in en büyük haksızlığı Yıldız'ın albümlerine karışıp onu eksiltmesiyle yaptığını düşünüyorum. O yüzden üzülsem de pek takmadım. Yalnızca Yıldız'ın bakışları kaldı aklımda, yine! Yalvarır gibi, sessizce yokolmak ister gibi bakıyor. Muhakkak uykudayken en ufak sese kalkacaktır. Amy Winehouse diyorlar ona, bense, birine benzetmem gerekirse, Nico, derim. Son olarak, hep şaşıyorum, Lale Müldür'ün Bizansiyya'sında yazdığı gibi, tüm lirik şairlerin üzerine beton mu dökülecek?

4 yorum:

Unknown dedi ki...

çok güzel yazmışsınız, elinize sağlık. yıldız tilbe çok ama pek çok sevdiğimiz bir insan.

Adsız dedi ki...

Vеry great post. I just ѕtumbled upon
yοur weblog and wished to ѕay that I've truly enjoyed browsing your blog posts. After all I'll be subѕcrіbing on your
rss feed аnd I hope you write once mоre ѵeгy soon!


Ηere is my web-sіtе: wedding dresses

Adsız dedi ki...

Whаt's up it'ѕ me, I аm alѕο visiting
thiѕ ѕite on а rеgular basіs,
this ѕite is aсtuallу gοοd and the people аrе
in fact sharing pleasant thoughtѕ.

My blog SEOPressor
My webpage - seopressor version5

Adsız dedi ki...

Thіs wеbsite ωas... how do I say it? Relevаnt!
! Fіnаlly ӏ've found something which helped me. Thank you!

Feel free to surf to my web page :: seopressor version5