30 Haziran, 2009

Kara Parçaları 1 / 30 Haziran Salı / BirGün

BirGün gazetesine yazdığım yazıları düzenli aralıklarla sunmam gerektiğinde, bu sunuma başlık bulmak, yazıları hazırlamaktan daha zor oldu. Gazete algısı, ister istemez, sıkıştırmadan ve genelleştirmeden geçiyordu. Zaten diğer gazete yazarlarına göre oldukça genç sayılmam da herkes için sinir bozucu bir durumdu. Yine de, belli bir süreklilik içerecek eleştirileri bir bütün halinde düşünmek de ısrarlıydım. Sonuçta yeni bir alanın peşindeydim ve bu alanın haritasını ben çizmeliydim.

Bundan böyle her salı günü BirGün gazetesinde yayınlanacak kitap eleştirilerini 'Kara Parçaları' adı altında başlattığımın haberini vereyim. Ha, ilk yazı olduğu için biraz ölçüyü kaçırmışım ve uzatmışım ve onlar da oldukça alakasız yerlerden kesmişler. En azından Dada Korkut'a dokunulmamış. Bu yüzden ben yazının uzun halini ekliyorum, siz linklerden gazete remiksini okuyabilirsiniz.

Kara Parçaları 1

a) JG Ballard / Vahşet Sergisi

Bireyin içsel düzeyde en savunmasız kaldığı cinsellik alanı ile bu alanın modern dünyada kuşandığı teknolojiye dair her türlü çağrışım, metal parlaklığında ve mermer katılığındaydı geçtiğimiz günlerde vefat eden İngiliz yazar J. G. Ballard için. Dış gerçekliklerin bilinç düzeyinde somutlaşması, yine dış dünyadan seçilen imgelerle sağlanıyor; bütünlüklü bir anlamlandırma çabası ise ancak hazların madde içine sığdırılmasıyla sonuç verebiliyordu. Tahrip edilen doğanın yerine konan, nostaljik bir gözle değil, bir kabullenişle seyrediliyor; gündeliğin hızlanmasıyla dikkat çeken ivmenin önüne geçilemiyordu. Yine de, Ballard edebiyatı tutuk bir dille yapılanmıyor, aksine, umutsuz bir perspektifte bile hareketi zorunlu kılıyordu. Bu hareket sayesinde, çıplak bedenin duyumları, tetikleyici olarak konumlanan maddelerin imgesel etkileriyle birlikte kavranabiliyordu. Sanayi Devrimi’nin ardından başka bir boyuta taşınan üretim/tüketim ilişkisi, arzunun bilinç düzeyinde kurguladıklarıyla nesneler arası geçişi mümkün kılacak kadar derinlemesine işlenirken; dengeler bir anda tersine çevrilip, subje ile obje birbirine karışabiliyordu. Örneğin, tüm bu eğilimlerin yenilikçi bir biçimde sergilendiği ilk ünlü Ballard eseri 'Çarpışma' romanında, ten ile maddenin iç içe sunulması, yeni bir beden teorisini müjdeliyordu.

'Çarpışma'nın önceleyeni sayılan 'The Atrocity Exhibition', söz konusu teorinin ilk adımlarını yansıtan önemli bir eser olarak, 'Vahşet Sergisi' adıyla dilimize çevrildi. Öncelikle, kitabın orijinal kapağında yer alan yüzünün yarısı deforme Marilyn Monroe resminin korunması ve bu resmin mor bir zemin üzerine oturtulması görsel açıdan iyi bir sonuç vermiş. Popüler kültüre ait bir imajın deformasyona uğratılması, kitlesel çürümeyi yansıtması bakımından etkili bir yöntem. Tabii, bu numaranın hala eskimediğini varsayarsak. Kitabın biçimsel yapısı ise, kapaktaki ters bakışımdan öte bir asimetri ile şekilleniyor. Ballard’ın boyutlar, kimlikler, bilinçler ve gerçeklik ile oynadığı oyunu kolaylaştıracak bir hile var; Vahşet Sergisi, birer paragraflık kısa hikâyelerden oluşuyor. Aslında, kitabı böylesine mikro bir ayrıma zorlamak çok doğru değil. Kısa hikâyeler arasındaki ortak noktalar, puzzle parçalarındaki dağılmadansa, etrafa saçılmış birebir kopyaların tekrar bir araya getirilmesiyle fark ediliyor. William S. Burrough’un kes-yapıştır tekniği ile patates baskı arasında bir teknik olarak adlandırıyorum ben Vahşet Sergisi’ndeki biçimi. Böylelikle zaten yoğun bir pornografik/sinematik etkiye sahip Ballard anlatımı, bilinci kıra kıra bir üst gerçeklik sınırı yaratıyor. Bu üst gerçekliğin sahipleri ise Travis/ Traven/ Tallis/ Talbert/ Talbot diye isimlerle çağrılan bir alter-ego. 5T’nin işlevi, özne görevi görmekten öte, bilince yapılan yüklemeyi ağırlaştırmak. Gerçeklikte açılan çatlağa kimi zaman yazarın kendisi de sızıyor ve yüz gerdirme bilgileri gibi somut ayrıntıları, oluşturduğu düşünsel komposizyonun bir parçası olarak sunuyor. Dolaşıma sokulan onca öğenin hoyratça harcanması, okumanın ortasında bir tedirginliği beraberinde getiriyor. Vahşet Sergisi’ndeki içe dönük şiddet ve seks dürtülerinin altında yatan vurgunun hiçbir amaca hizmet etmediğini kavramak, Ballard’ın ne kadar tehlikeli bir kalem olduğunu kanıtlamaktan öte, bireyin çıkmazını yüzümüze vuruyor. İçimizdeki kaygıyı gidermenin tek yolu, bilince yöneltilen tacizi anlamlandırmaya çalışmak yerine, anlamı terk etmekten geçiyor. Sonuçtaysa, Vahşet Sergisi’nden kalan en önemli parça, hayatı tartmaya yarayan normların ve bu normlarla çelişen tutkuların sonsuzluğuna dair karmaşayı yansıtan bir görüntü boşluğunu dolduruyor.

http://www.birgun.net/culture_index.php?news_code=1246359553&year=2009&month=06&day=30

b) Serkan Işın / Dada Korkut

En başından belirtmem gerekir ki, Serkan Işın’ın peşinde olduğu şiir anlayışına karşı hiçbir sempati duymuyorum. Kendi şiir karnımdan konuşursam, görsel şiiri tek başına yeterli bulmadığımı bile söyleyebilirim. Yeni arayışlarıyla kuşanmadan önceki Serkan Işın’ı ilgiyle takip etmiş olmam, beni hazırlanmadığım deneyimlere zorladı ve zaten şikâyet de etmiyorum. Fakat birilerinin bana kelime-resim birlikteliklerinden oluşan şiirsel kolajı adlandırırken kullanılan normlar hakkında bilgi vermeli. Demek istediğim, mevcut biçimleri bir başka boyuta sıçratıp, bu boyutta yaratılan estetik değerleri şiir olarak tanımlamak, yaratıcıya çok fazla güç sağlayan bir durum değil mi? Yönlendirmelerin dışında, ortaya konulan eserin yorumlanmasının nereye dayandırılacağı iyi hesaplanmalı. Bu noktada, Serkan Işın biraz talepkar davranıyor ve kitabı 'Dada Korkut'a tamamen yeni bir bilinçle bakmamız konusunda hepimizi şartlandırıyor. Bu talebi karşılamamız durumunda da, yapmamız gereken ikinci fedakârlık, geçmiş birikimlerimizde yer etmiş fotoğraf ve kolaj çalışmalarını anımsamamak oluyor. Serkan Işın şiiri zorluyor, zorluklar bir öğütücü gibi kimi alışkanlıkları çiğniyor. Bazen anlamlı, bazen anlamsız çeşitli harf kombinasyonlarının görsel öğelerle birlikte kullanılması, şiiri farklı bir zeminde yüceltse de, kimi zaman bu amacın pek bir sonuç doğurmayacağı hissediliyor. Ha, zaten mesele her türlü ilişkinin ötesinde tekil bir varoluşsa, türünün ilk örneği sayılmasa da, görsel şiirler mevcut Türkiye şiirinde farklı bir yerde konumlanıyor. Kimi politik eleştirilerin örtülü bir biçimde sunulması şiirimizin âdeti olduğundan, Serkan Işın’ın bu eleştirileri zeki bir teknikle 'gösterebilmesi' kitaba netlik kazandırıyor. Dada Korkut içerdiği modernizmi (postmodernizm değil) korkusuzca deklare etmesiyle de artı puan alabiliyor. Yine de, birkaç olumlamanın ötesinde ve kitabın kendini 'görsel şiir' olarak isimlendirmesinin etkisi geçtiğinde, elimizde şiirden çok, fotoğraf ve resim estetiğinde zevk alınabilecek görüntüler kaldığı korkusu yükseliyor. İşin içine şiir duyarlılığı girip de yaşanan hayal kırıklığıyla kitap tamamen kendine kapanmazsa, Dada Korkut bir teorinin denendiği bir çalışma olarak kendi görüntüsünü hızla donuklaştırıyor.

http://www.birgun.net/culture_index.php?news_code=1246359574&year=2009&month=06&day=30

0 yorum: