07 Temmuz, 2009

Kara Parçaları 2 / 7 Temmuz Salı / BirGün

Kara Parçaları 2

a) Jean Genet / Cenaze Merasimi

Arthur Rimbaud’un ‘bütün duyguların sistematik olarak alt üst edilmesi' öğüdünü fazla ciddiye almış biri gibi yaşayan Jean Genet, yalnızca içgüdüsel bir tavırla anlamlandırmaya çalıştığı duygularıyla değil, bedeni ve bedenini kapsayan dünya ile olan iletişiminde de şiirsel bir savrukluğun olanaklarıyla kutsanmıştır. Gayrimeşru bir çocuk olarak dünyaya gelen Genet, annesi tarafından yetimhaneye terk edilmesiyle birlikte, bu savrukluğun ilk evresini mekânsal boyutta deneyimler. Ergenliğe yaklaşırken kamuya karşı bir tepki niteliğini taşıyan asiliği, zamanla kendini tamamlamaya yönelik yapılan yolculuğun taşıdığı uçlarla bir üst sınıra yerleşir. Bu yeni gerçekliği işlediği ufak suçlar sonucu kapatıldığı hapishanede yazdığı romanlara taşıyan Genet, Jean P. Sartre ve Jean Cocteau önderliğinde başlatılan imza kampanyasıyla hapishaneden çıktığındaysa, evrensel kelimesi genelleyici çağrışımlarını yitirip insana dönük bir yarar adına kullanılmaya başlar. Kendisini Kara Panterler v.b. politik hareketlere atayarak yeni bir direniş dönemi başlatır.

Hapishane dönemindeki tümdengelimci ahlak sorguları ile hapishaneden çıktıktan sonraki bütünleştirici politik tavrı arasında bir eser niteliğinde okunabilecek ‘Cenaze Merasimi’, Genet’in üçüncü romanı. Romanın kronolojik konumu oldukça önemli. ‘Gülün Mucizesi’ ile ‘Hırsızın Günlüğü’ arasında yer alan roman, alt-üst ilişkilerinde verimli bir sonucu işaretliyor. Genel bir tutum gibi her Jean Genet eserinin içeriğine karışan oto-biyografi, ‘Cenaze Merasimi’nde sarsılmaz bir netlik kazanıyor. İşgal dönemi Paris’indeki insan ilişkilerine, savaşın etkilerine varoluşçu bir bakış açısıyla yaklaşan romanın karakterlerini yazarın kendisi ve onun çevresindekiler oluşturuyor. İnsan ruhunda saklı kara kayıtsızlık, karşılığını yine insanın duyarlı noktalarında buluyor ve ‘Cenaze Merasimi’ ironi yüklü diliyle genel bir sorgunun peşine düşüyor. Roman da yazarının yaşadığı süreçlerden geçerek kavramsal çizgilerin ötesine geçiyor. Sivas'ta veya Paris'te, toplumsal algı, geri ödeme konusunda ortaya koyduğu çabayı ve kendi yaralarıyla mesafesini gülünç bir şekilde ele veriyor. Sivas Katliamı’nın telafisini Madımak Oteli’ni müzeleştirmekte bulan zihniyet, Paris sokaklarının zıtlıklarıyla birlikte düşünülünce daha da derin bir rahatsızlığı kuşanıyor. Vicdan hesabının asla kapanmayacağının anlaşılması ise gerçek yapıyı açığa çıkarıyor. ‘Bir halkın utandığı suçlar onun gerçek tarihini oluşturur. Aynı şey insan için de geçerlidir.’ diyen Jean Genet, duyusal parçalanmışlığın olanaklarını tarihsel perspektifte evrenselleştiriyor.


b) Gülseli İnal / Toplu Şiirler 1-2

Türkiye'de 80'ler şiirinin içbükey bir yolculuk olduğu söylenir durur. Tamam, yanlış bir yorum değildir fakat bir şeylerin eksikliği hemen hissedilir. 80'ler şiirinin en önemli özelliği, bireyselliğin modernite ile yakaladığı sanılan uyumun aslında çok da uyumlu sayılamayacağını deneyerek öğrenmiş olmasıdır. Toplumcu yorumun kırılmasıyla başlayan dönem, kendi içerisinde yapılandırdığı dinamiğiyle avangardizm sınırlarına yapılan bir yolculuğa benzer ve bu yolculuktan geri dönmek pek kolay gerçekleşmemiştir. Şair öznesinin duyusal dünyaya açılması, büyük kümenin kapatıcılığında sürekli sekteye uğrar. Yine de, çok kültürlü bir anlamın yakalanması, şiir niteliği açısından yepyeni bir ivmeyi harekete geçirir ve Lale Müldür gibi önemli isimlerce bir imza altında toplanmayan ama teorikleşen eğilimleri başarıyla somutlaştırır. Bu somutluğun katkıcılarından biri olarak Gülseli İnal'ın şiirleri toplam dört ciltten oluşan bir seri halinde yayınlanmaya başladı. Böylelikle bir dönemin görünürlüğü açısından önemli bir kazanım elde ediyoruz. Şairin ilk üç kitabını içeren ilk cilt, bu noktada adeta bir anıt niteliği taşıyor.

http://www.birgun.net/culture_index.php?news_code=1246962655&year=2009&month=07&day=07

1 yorum:

agungo dedi ki...

Sayın Fırat Demir. Genet üstüne yazınız çok ilgimi çekti. Rimbaud ile başlayarak çok ncelikli bir portre çiziyorsunuz. Yazınız roman hakkında fazla bir fikir vermese de merak ettiriyor. Ama sonlara doğruinsan kopuyor, örneğin şu cümleniz tam anlamıyla kelalaka"Sivas'ta veya Paris'te, toplumsal algı, geri ödeme konusunda ortaya koyduğu çabayı ve kendi yaralarıyla mesafesini gülünç bir şekilde ele veriyor." anlayan varsa beri gelsin! Sivas Katliamı’nın telafisini Madımak Oteli’ni müzeleştirmekte bulan zihniyet, Paris sokaklarının zıtlıklarıyla birlikte düşünülünce daha da derin bir rahatsızlığı kuşanıyor." Genet de bunu eleştiridi diye düşünüyorsunuz belli ki. Bunu düşünmek için Genet olmaya hatta aydın olmaya gerek var mı sanki? Ayrıca konunun kitapla bir ilgisi varsa bile, unutmayın ki kitap tanıtım yazısı like olarak henüz o kitabı okumamış olanlar için yazılır/ Ahmet Güngören