27 Temmuz, 2009

İstersen Hiç Başlamasın: New Romantic

Vogue’un geçen ayki İtalya edisyonunda yer alan fotoğraflar, öncelikle alternatif bir ifade biçimi olarak algılanması gereken New Romantic’in kazandığı alan genişliğini/geçirdiği dönüşümleri belli ediyor. Punk sonrası dönemin yeniden aristokrasiye yakın durmaya çalışan kodlarla örülmesi sonucu başlamış New Romantic, 80’lerin ilk yarısında unutulmuş sanılsa da, zamanının ötesinde bir potansiyelle hala canlı kalabiliyor. Bu canlılığın iki sebebi var. Birincisi, aids krizinin ardından içe çekilen toplumsal cinsiyet imgelerinin kendi dönüşüklüğünde kaçınılmaz bir yansıma oyununa zorlanması; ikinci sebep ise, modanın hatırlama ritüelinden kaynaklanıyor. Yine de, tüm paralellikler, güncelin simetrisiyle törpüleniyor. Vogue’un reklam mantığıyla şekillenen fotoğraflarındaki işlev, artık yalnızca bir tür psikolojik boyut gibi yorumlanan cinselliğin bedensel muğlaklığı için çalışıyor. Siyah-beyaz çekimlerde vurgulanmak istenilen asilik, görüntü düzeyinde kalıyor. I-D için yaptığı ortalama çekimlerden bildiğim Emma Summerton’ın ‘Neo-Romantic’ adını verdiği serisi ise cinsiyetler arası geçişi mimlemek adına sterilleştirilen ve böylelikle kolaylaşan akımın vardığı yeri işaretliyor.

New Romantic’i oluşturan şartlarla, bugünden New Romantic’e yönelttiğimiz yorumlamaları etkileyen şartlar arasında derin farklılıklar var. Öncelikle, punk’ın tekdüze, maço söylemine karşı gelişen alt kültürün kaynağı, mevcut kültürde yer alamayanların doldurduğu barlara kadar uzanıyor. Kendilerine ‘Blitz Kids’ ismini yakıştırmış bir tarikat gibi hareket eden yeniler, punk gibi yüksek idealarla hareket etmek yerine, ulaşacakları camp noktanın bilinciyle savunmalarını hazırlıyorlar. Dış görünüşlerine yükledikleri abartılı mesajlar, kadın-erkek bedenini kuşatan giyim tarzının birbirine geçip katılaşmasıyla anlam kazanıyor. Glam’in bir sonraki adımı gibi algılanması gereken bir ortaklıkla, yalnızca erkeğin dönüşümü değil, kadının da tektipleşmesi amaçlanıyor. Multiseksüelliğe sıçrayan tavrın ayrımcılığı yıkıp kendi kurallarını koyması, erken New Romantic’leri bir tür şehir anarşisti olarak konumlandırıyor. Gündeliğe taşıdıkları alışkanlıklarıyla zor bir talebin peşinden koşuyormuş izlenimi yaratan kozmetikanarşistlere ‘yeni romantikler’ denmesi bile, akımın önemini örneklemeye yetiyor. 80’lerin New Wave’i beslemeye başlayan NR’in giderek büyümesiyle, tavrın moda ve müziğe taşması aynı hızla gerçekleşiyor. Böylesi bir genişleme, tavizi de beraberinde getiriyor ve NR, arzulanan yeni moda ilhamıyla müziğin güncel gösterge değeri olarak konformist bir standartta sabitleniyor. Duyusal yönüyle Japan ya da Associates gibi gerçek yoğunluklara çok fazla yaklaşılmasa da, ana akımı ele geçiren Duran Duran/Visage gibi grupların bıraktığı izleklerle New Romantic’in vahşi çıkışı bir anda küresel bir heyecana dönüşüyor. Yine de, sokaklarda yüzünün tamamı boyalı erkeklerle, siyah deriler içerisindeki kadınların birlikte yürümesi, maskülen izleğin silikleşmesi için sunduğu yararlılığı koruyor. Tabii, söz konusu yararlılığın sürekli sömürülmesi, bir süre sonra kendinin parodisi haline gelmenin şaşkın teslimiyetini zorunlu kılıyor ve New Romantic, cesaretini kabul ettirerek asıl değerinden hızla uzaklaşıp yavaş yavaş sönmeye başlıyor.

Benim New Romantic’i bir çeşit kültür kanalı olarak tanımam ise, Glam ve Suede’den bir adım sonrasında yaşadığım özenme dönemine denk geliyor. Çocukken, fazla sevimli ve yakışıklıydım. Akrabalarım ya da beni gören insanlar, bir süre sonra, bu çocuk kız doğsa ne kadar güzel olurdu, demeye başlıyorlardı. Üç yaşlarında annemin topuklularını giyip dans etmem hatırlanıyordu ardından ve ben, bana yapılan bu garip övgüde muğlâk bir taraf seziyordum, hoşuma giden bir muğlaklıktı. Farklı görünmenin doğal çekiciliğiyle çok önceleri tanışmıştım. New Romantic’lerde, zaten varolan bir özdeşleşmenin üyeleri gibiydiler. Onları kolaylıkla kabul edebilmiştim.

Şimdilerdeyse, içsel kabullenişlerin gerçekleşmesine fırsat tanıyacak samimiyetten bahsedilemeyecek kadar rahat ve doygunuz. Farklı görünme çabası, statik bir zorunluluk. Queer mekânlarda yükselen bir değerin MTV tarafından desteklenmesiyle yaşanılan ilk şokun etkisi çoktan geçti. 2000’li yıllardan itibaren en katı sistemlerin bile içine sızabilen kimliksizleşme eğilimi, dominant bir öğe olarak normalleşme sürecine girdi. Özellikle erkeklerin ve erkek imajının uğradığı dönüşüme her an, her yerde çarpabiliriz. Vogue’un yeniden hatırlatmak istediği New Romantic, herhangi bir toplumsal direnişi desteklemek amaçlı sunulmuyor; aksine, direnişin sembolikleşerek kırıldığını örnekliyor ve bu sembolikleşme, artık yalnızca belli bir statüko tarafından yönetiliyor. Fiziksel açıdan androjeni yatkınlığına sahip olmayan kişilere bile verili beden kalıplarının dışına çıkma fırsatı veren New Romantic, moda dilinde sadece o alanın kurgusu içerisinde varolabiliyor. 80’li yılların başında kendiliğinden gelişen bir tepkinin geniş kitlelerce tekrarlanması, böylesi bir seçicilikte, pek de olası görünmüyor.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Bu yazını bir fanzinde isimsiz olarak yayınlayabilir miyim? Sadece evet ya da hayır..