25 Ağustos, 2009

Kara Parçaları 8 / 25 Ağustos Salı / BirGün

Punk Şiirin Köklerinde

İngiliz şair Ted Hughes’ı punk şiirin köklerinde buluyorum. Bir teori altında birleşmeyen fakat belirli özellikleriyle modern/kültürel tanımlamalarla uyuşabilen bu şiir bilincinin mitik yatkınlığı içerisinde, Ted Hughes’a dair pek çok eş parça keşfedilebilir. Mito-poetik düzlemde kendini yüceltebilecek kadar güçlü bir vurguyu yakalayabilen Hughes, bu eş parçaları önce kendinin kılıp, ardından doğa ve tarih perspektifinde belli bir etki adına yeniden sıralandırabilmektedir. 27 yaşında, 1957 yılında yayınlanan ilk kitabı ‘Yağmurdaki Doğan’ın yarattığı etki bile, sıralamanın ciddiyetini hissettirir. Erken dönem şiirlerinde doğa ve hayvanlara dair çağrışımlardan hareket eden şairin vardığı nokta, yani sıralamanın son halkası, aslında ‘Yağmurdaki Doğan’dan çok uzaklaşmamakla birlikte, o mikro bakışın şaire dönecek olmasıyla daha da geçerli bir gerçeklik kazanır. Ted Hughes’ı bir punk şiir kaynağı gibi okumamın sebebi, bu gerçekliğin şairi bütünleyen yegâne doku olduğunu düşünmemdir.

Söz konusu doku, bir ortakyaşar gibi, şairle bir arada gelişir. Şiirleri kadar özel hayatıyla da konuşulan Ted Hughes’ın kendinden kaçmaması, onun şiirine olan mesafemizi belirlemiştir. 1930 doğumlu şairin şiirlerini yayınlamaya başlaması bile, aklımıza kazınacak kadar öyküleştirilebilir. Biraz önce geçerliliğinden bahsettiğim gerçeklik ve sıralama, Hughes’a dair yorumlarımızın Hughes’dan uzaklaşamamasıyla açıklanabilir. Bir antropoloji/arkeoloji öğrencisiyken tanıştığı bir diğer mit-şair(ve yazar) Sylvia Plath ile ilişkisi sayesinde şiirlerini yayınlatabilirken, Plath çağrışımları ve iki önemli şairin evliliğe uzayan birlikteliği, daha ilk adımda Hughes’ı kolay saklamamıza yardımcı olur. Hughes ile Plath, hastalıklı ilişkilerine rağmen, birbirlerine ‘karşı-etki’ hizmeti sunarak belirgin bir verimliliği tetiklerler. Plath’ın intiharıyla bile sonlanmayan verimlilik etrafında üretmeye devam eden Hughes’ı bir diğer kanala yine karısının intiharı sokacaktır. Hughes’ın ilk iki kitabıyla kazandığı başarı, Plath intiharıyla kültleşen ‘Sırça Fanus’ ya da ‘Arial’ efsaneleriyle çatışmak zorundadır ve bu zorunlu çatışma, bir şairin kendini konumladığı noktayı yıkacak kadar şiddetlidir. Özellikle 1970’ten sonra ardı ardına kitap çıkaran Hughes, özel hayatında yaşadığı krizleri şiirleriyle aşmayı diler gibidir. Şiirinde yaşanan gelişmeler, içbükey bir hareketi belli eder. Nesneler ve dış dünyaya ait ne varsa, biraz gerçeküstü ve deneysel bir yorumla, şiirin içine sızmaya başlar. Hughes’ın şiirini punk-öncesi bir deneyselliğe taşıyan bakış açısı, şiire yedirilebilecek her türlü dış etkeni yorumlayan bireysel zihnin tarihsel perspektiften kopmamasıdır. Yeni birikimlerle boğulmaz, aksine, yeni birikimleri şekillendirmesinin ardından, onları kimi kodlarla örer –ya da saklar. Bu eğilimler, şairi ölümünden birkaç ay önce yayınladığı son (ve en önemli) kitabı ‘Birthday Letters’a götürecektir.

‘Birthday Letters’, yani ‘Doğumgünü Mektupları’nı modern şiirin en önemli eserleri arasında saymak gerekir. Dilimize yine önemli şairler tarafından, Şavkar Altınel ve Roni Margulies tarafından çevrilen kitap, Hughes’ın kendisi ve Sylvia Plath ile yüzleşmesidir -ve de tabii, okurlarıyla da. Yapılan onca spekülasyona rağmen uzun süre özel hayatı hakkında konuşmayıp şiirlerini öne süren Hughes, bu tavrından dolayı, yıllarca başkalarının yorumlarıyla şekillendirilmeye çalışılmış, fakat her şiir kitabıyla bu şekillenmeyi yıkarak, kendi yolunda kendini varedebilmişti. ‘Doğumgünü Mektupları’ ise, varoluş biçiminin olgunluğunda karşımıza çıkıyor ve herkese sus payı veriyor. Sonuç olarak, astroloji, düşler, aile tatilleri gibi konu başlıklarıyla ilerleyen şiirler, Hughes&Plath birlikteliğinin obsesif itiraflarından öte, şiir tarihinin iki önemli ismini İngiliz mitolojisi ve gündelik hayatın diğer sırları ile yorumlama fırsatı yaratıyor. Best-seller listelerine girmeyi başararak bir milyona yakın kopya satmış kült kitap, Hughes’ın son eseri olarak okunduğundaysa, bir vasiyet olarak anlam kazanıyor. İçeriye ait bir çalışmayla, insan zihninin dış dünyaya taşınması ve aynı zamanda, dış dünyanın da zihne kazınmasının vasiyeti, seksenli yıllardan sonra özne sorunu yaşayan diğer şairler için yeni bir yaşama alanını eşit olarak paylaştırıyor.

http://birgun.net/culture_index.php?news_code=1251196288&year=2009&month=08&day=25

0 yorum: