06 Haziran, 2008

Fitne Fesat

Tanzimat Fermanı'ndan sonra zaten yarım demokrasi anlamına gelen (ki demokrasi tam haliyle bile eksiktir) meşrutiyeti iyice kırpıp kısaltıp paşa şalvarlarının bolluğundan İngiliz bakanların dar takım elbiselerine benzetmeyi dileyen ve deneyen Genç Osmanlılar'ın taşıdığı heyecan sönene kadar kalemi hiç susmamış Şinasi, Namık Kemal'e yazdığı bir mektubunda Osmanlı İmparatorluğu'nun geleceğinde hür günlerin belirdiğinden bahseder. Osmanlı İmparatorluğu'nun ölmeden önceki geleceğinde bu iki karaktere hazırladığı öykünün devamı ise pek parlak değildir: Batılı düşünce geleneğini hiçbir zaman tam anlamıyla kavrayamamışsa da Batı'dan taşıdıklarıyla Batılı durmayı becerebilen Şinasi, devlet memurluğundan atılmasının ardından Fransa'da özgürlük ve demokrasi yanlısı gibi gözükmeye uğraşan Jön Türkler için çeviriler yapacak, İstanbul'a dönüp eserlerini bastırmaya çalışırken beyin tümöründen ölecektir; Namık Kemal ise, onu sürgüne gönderildiği Sakız Adası'na taşıyacak gemi kalkmadan önce kendisini uğurlayan birkaç Jön Türk'e iç çekerek bakıp geminin güvertesini hızla terkedecek, belki en yalnız köşeye çekilip, buruk kalbiyle, bari vatan şairi olayım diye dilek tutarak denizin sığ yerleriyle derin yerleri arasında kalan maviyi yakalamaya çalışacak, bu mavi, özgürlüğü gibi çabucak yitecektir (Namık Kemal'in dileği kısmen gerçekleşir). Şinasi ve Namık Kemal, yalnızca sessiz cenazeleri değil, benzer doğumları da paylaşmaktadırlar. Beraber çıkardıkları gazetelerde özgürlüğü savunduklarını sanan iki isim, İstanbul sokaklarında gece gündüz süren eğlencelere alafranga özellikler kazandırmanın haricinde pek bir işe yaramamışlardır (Bir de Genç Osmanlılar'ın ekmeğine yağ sürmüşlerdir fakat zaten bu yaratılışlarının bir sebebi gibidir. Ne yazık ki Osmanlı padişahlarından tek farkları, Avrupa'ya atsız askersiz gitmeleridir). Yine de, iki ismi ilginç kılan asıl mesele, inandıkları fikirlerin -ve başlattıkları gazete geleneğinin- bugüne kadar pek değişim göstermeden ve aynı sabitlikle devam etmesidir.

Toparlarsak, şöyle demek istiyorum: Meşrutiyet öncesinin Jön Türk kokartları, Meşrutiyet zamanında İttihat ve Terakki'nin boyunlarında asılıydı. Şimdi o kokartlar, Şinasi'den Fikret Bila'ya (Fikret Bila Komutanlar Cephesi'nden Bildiriyor'da bugün), İttihat ve Terakki'den Kemalist'lere kaldı. (Ve Ece Ayhan hep haklıydı, Cumhuriyet -imiz konusunda yaptığı benzetmede de haklıdır, Ayhan'a göre Cumhuriyet, çok padişahlı Osmanlı'dır. Böyle düşünen Ayhan, bugün yaşasaydı, Anayasa Mahkemesi'nin verdiği kararın hemen ertesinde, Kemalist söylem bir sepet kadar gevşedi, derdi. Hele birde Kemalist söylem içerisinde yeralan gazetelere göz atarsa, kendisini tutamaz, geleneğin taaa en başına, şimdiki askeriyenin büyükbüyükbabasına, Genç Osmanlılar'a, oradan Jön Türkler'e, yani, İttihat ve Terakki'ye kadar inerdi.)

Yalnızca, Kemalist söylemin içerisinde yer alanlar, Şinasi veya Namık Kemal kadar kendilerini kaybetmiş değiller. AKP'nin devlet olmasıyla yaşadıkları yenilgi, karşı durduklarınca çiğnenmeleri onları biraz kendilerine getirdi ve artık en azından sarsılmaz sandıkları düzenlerinin çoktan çatladığını farkettiler, kendilerini eleştirebiliyorlar. Tabii, karakterlerinin bir özelliği olan ikiyüzlülükle. Gazetelere bakıyorum, çoğu köşeyazarı, en paşa çocuğu bile, Anayasa Mahkeme'sinin aldığı kararı karşı. Karşı olmasınlar mı? Olsunlar doğrular. Muhafazakar kesimin türban dileği kadınları eve bağlamak isteyen sabit fikirlerinin uzun vadede planladıkları için ortaya attıkları bahanelerden başka birşey değil. Her ne kadar türban şahsi bir tercih olsa da, maalesef, yine türbanlı kesimin desteklediği hükümetce, siyasi bir araç olarak kullanılıyor, biliyorum. Fakat en başta söylenmesi gereken doğru Cumhuriyet tarafından çoktan yutulmuşken - muhafazakarları da savunmadığımı tekrarlıyorum ki ben zaten her türlü burjuva bilincine ve bireyi ufalayan örgütlenmelere en başından karşıyım- ulusalcı görünenlerin, muhafazakarlardan önce onlar bu ülkenin başındalardı, ulusalcı görünenlerin sürekli imaj değiştirmesi, çok daha tehlikeli ve sinsice geliyor bana.

Sizi gidi fitne fesatlar sizi!

2 yorum:

Unknown dedi ki...

ülkemizin en önemli numaralarından biri türbanın yasak olması, üç tarafımız denizlerle çevrili falan işte, suriye-iran'a komşuyuz sonra, demokrasiyi pek umursamayan bir halkla beraber oldukça fakiriz. böyle bir ülkede türbanın serbest kalması en önemli 'numara'mızı elimizden alacağı gibi bizi iyice suriye-iran-ırakımsı bir ülke haline getirecekti ki, bu riske hiç değmezdi. hele ki türban için hiç değmezdi. demokratik gözükmek için herkeslerin döktüğü timsah gözyaşlarını tebessümle karşılıyorum. valla ben anayasa mahkemesinin aldığı karara kıs kıs güldüm ve ellerimi oğuşturdum; dinciler, liberaller ve empati salağı enteller nasıl da mosmor oldular diye.
türbanın özgür olmasını istemiyorum. bu beni anti-demokratik ve empati yoksunu yapacaksa yapsın. kadının özgür olmasını istiyorum, kürtlerin, alevilerin, eşcinsellerin özgür olmasını istiyorum. türbanın değil. burda bir paradoksum var -kimse mükemmel değil- türbanı yasaklayan düşünceyle lambda'yı kapatan youtube'a erişimi engelleyen düşüncenin aynı şey olduğunun farkındayım. yine de memnunum bu karardan. yaz sıcaklarında çekilmezdi o türban...

Adsız dedi ki...

Off ya ne ülkeymiş!! Ne çok sorun varmış,ne çok yaratmış...Vallahi birşeyleri düşünmek güzel de bir yere kadar!!Bence herkes güzel bir kadınla ya da adamla sevişsin-mekanik seksden bahsetmiyorum-biraz rahatlasın,mutlu olsun falan...Delirtmeyin insanı her sorunu da çarpı 10 yapmayalım.Bu beni boş yapıyorsa da boşum oh be!Gerdiniz!