27 Eylül, 2008

Nazlı Ilıcak Röportajı / 28 Eylül Pazar / Birgün


>>Başbakan'ın, "Yalan haber yapan gazeteleri evinize sokmayın" cümlesini nasıl okumamız lazım?

Bu şekildeki bir boykot çağrısını onaylamıyorum. İnsan sevmediği haberleri okur ya da okumaz; ama başkalarına okumama yolunda teşvik edici bir çağrıyı doğru bulmak mümkün değildir.

>>Buradan hareketle Başbakan'ın medya özgürlüğüne dair algısını genelleştirebilir miyiz?

Medyanın tavrı da çok doğru değil ki. Medyanın da siyaseti etkilemeye yönelik veya ticari faaliyetlerinin peşinde koşan bir çok yanlışı var. Doğrusu, Başbakan bu duruma bir tepki duymuş olabilir. Medya, uzun zamandır rejim tartışmaları üzerinden muhalefeti yürüttü. Başbakan'ın medya üzerinden kendisine yönelik oluşturulan muhalefette iyi niyet göremediğine dair kaygıları olduğunu zannediyorum; ama basına karşı çok büyük bir hoşgörü sahibi olduğunu da söyleyemeyiz.

>>Muhabirlerin bu ve benzeri olaylardan dolayı hür habercilik yapamamaları ve kendilerine oto sansür uygulamaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Fakat bir kısım medya gayet özgürce, özellikle aleyhine haber peşinde koşuyor. Basın özgürlüğü açısından siyasetle medyanın bu kadar iç içe geçmesi güzel bir şey değil tabii ki.

>>Türkiye medyasının siyaset etkisi altında kaldığını söyleyebilir miyiz?

Medya siyaset etkisi altında kalırken, siyasetin de medyanın kendi yetkisini aşan bir şekilde etkisi altında kaldığını söyleyebiliriz. Kabahati sadece siyasette aramamalıyız. Bence medyada da çok büyük bir kusur var. Mesela, cevap hakkına saygı göstermeyip sürekli yalan haber üreterek ticari faaliyet peşinde koşuyor, patronların menfaatleriyle haber yöntemini bağdaştırarak yanlışlar yapıyorlar.

>>Peki basın özgürlüğü dediğimiz kavram, basın yayın kuruluşlarını nasıl sınırlandırmalı?

Öncelikle yayınlar kimseyi mağdur etmemeye yönelik olmalı. Bu yayınlar sadece halkın gerçekleri öğrenmesi adına yapılmıyor bildiğiniz gibi. Mesela bir adama kızıp, adamın nesi eksik ne zaafı var diye araştırmaya başlıyorlar ve durumu teşhir ediyorlar. Veyahut menfaatleri olan kişilerin yanlışlarının üzerini örtmeye çalışıyorlar. Basının başkalarını mağdur edecek yayınlar yapmaması lazım. Mağdur ettiği takdirde de ona cevap hakkı tanınmalı. Cevap hakkı çok önemli bana göre; ama bizde hiçbir zaman uygulanmıyor. Medya cevap hakkını yayınlamaya mecbur olduğu halde bunu kullanmadığı gibi, rica-minnet üzerinden, sanki lütufta bulunurcasına işleri yürütüyor. Bu yönden medyayı çok kusurlu buluyorum ve bu kusurların medyayı kamuoyuna karşı itibarsız hale getirdiğini düşünüyorum.

>>Türkiye'de art niyetsiz medya önündeki engeller sizce nelerdir? Art niyetsiz bir medya düzeni mümkün müdür?

Mümkündür tabii. Yine de, büyük sermaye sahipleri işin içinde olunca durum zorlaşıyor; basit çözüm ise bir avuç gazeteciden geçiyor. Yazıişlerinin patron karşısında kazanacağı özgürlük sayesinde daha inandırıcı, daha samimi gazetelerin çıkacağına inanıyorum.

>>Medya organlarının küresel bir iktidar odağı haline geldiği günümüzde basın özgürlüğünden ne kadar söz edebiliriz?

Basın sahipleri büyük güçler olunca, basın üzerinden büyük menfaatler söz konusu oluyor. Bu işin dünya ayağında ise yazıişlerinin patronlara karşı özgürlüğü kısmen sağlandı. Artık onlar daha rahatlar. Siyasetçilerle ve başkalarıyla sürekli muhatap olmuyorlar. Türkiye'de bu henüz sağlanmış durumda değil. Yabancı sermayenin girişimlerinin fayda sağlayacağını düşünüyorum. Çünkü onlar çok bizimkilerin uğraştığı gibi küçük detaylarla uğraşmazlar.

>>Basın özgürlüğünü aslında halkın haber alma özgürlüğü olarak görmemiz gerektiğine inanıyorum.

Zaten ben basın özgürlüğü derken, halkın haber alma özgürlüğü kastediyorum. Bu noktaya yaslanarak basın özgürlüğünü savunuyorum, ama halk her zaman doğru haberi bulamayabiliyor. Menfaatler ve çıkarlar yüzünden bazı haberler çarpıtılarak halka sunuluyor.

>>Deniz Feneri davasının üzerine gitmenizin ardından gazetede yazdığınız sayfanız değiştirildi.

Bu durumu üzüntüyle karşıladığımı söylemiştim. Medyamızda bunun adı tenzil-i rütbedir. Yine de, benim yazılarımın hiçbir zaman sansüre uğradığını söyleyemem. 'Şunu yaz, bunu yaz' diye bir telkinde bulunmadılar. Tabii, gazetenin genel politikası nedir bilemiyorum.

>>Peki “tenzil-i rütbe” olarak tanımladığınız sayfanızın yerinin değiştirilmesi ne anlama geliyor sizce?

Yönetim bunu “sayfa değişikliği yaptık” diyerek bir düzenleme olarak görüyor. Doğrusu ben bunun gerekçesini tam anlayamadım.

>>Siz bu noktada kendinizi yönetime karşı ne kadar savunabildiniz?

Fikirlerimi kısmen de olsa savunabildim. Bu durumdan hiç de memnun olmadığımı, bunun olağan karşılanmayacağını anlattım. Kamuoyunun paylaşımına da açtım zaten.

>>Son olarak Latife Tekin’e yapılanlarla birlikte düşünüldüğünde bu ülkede fikir insanlarının kendilerini özgürce savunabildiklerini söyleyebilir miyiz?

Latife Tekin’in başına gelenler de hiç hoş olmayan şeyler, ama Türkiye’de basın özgürlüğü tamamen yok diyemeyiz. Bir gazetenin yazdığını öteki gazete yazmasa bile gerçekleri öğrenmek isteyen bir kişi amacına ulaşabilir Türkiye’de.

>>Yine Başbakan’ın Deniz Feneri standları önünde fotoğraflanmak istenmesi üzerine, muhabiri “edepsizlik etme” diye azarlamasını sizce ne kadar etik bir davranış?

Başbakan da karşı tarafın iyi niyetine inanmıyor ki. Ve onu Deniz Feneri ile birlikte göstermek istediklerini düşünüyor. Bu yüzden fotoğrafının çekilmesini istememiş olabilir.

>>Medyayı tıkayan asıl sorunun iyi niyet sorunu olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Taraflar birbirini hep endişeyle izleyip kötü olarak addediyor. Birbirlerine karşı hoşgörü tamamen yitti.

Fırat DEMİR

1 yorum:

Şehirli Derviş dedi ki...

Kısa ama bazı konulara güzel temas edilmiş bir röportaj.