28 Haziran, 2009

Kurt Krizi

Kürt özgürlük mücadelesinin ve Türkiye demokratikleşme siyasetinin merkezinden konuşan bir aile tarafından büyütüldüğümü söyleyebilirim. Son üç-dört yıldır sendikal çalışmalarına aktif bir yönetici olarak katılan babam, bir sendikanın içinde yer almadan önce de oldukça ateşli bir politik dile sahipti. Bir ev kadını annem ise, Türk solunun Kemalizm ile birleştiği eğilimlerin geçmişinde ve ötesinde, temiz bir Cumhuriyet bilinciyle kendini geliştirebilmiş; eşinin Kürt vurgusunu içtenlikle savunabilmişti. Hatırlayabildiğim en eski anılarımda bile, bu iki farklı kanalın, benzer yorumlar etrafında ne kadar heyecanlanabildiklerine dair izler bulabiliyorum. Böylesine güçlü bir akışla evimizde, benim kimi düşüncelerimin aile değerleri ile çatışması, gürültüyle değil, fısıltıyla kıyametin kopmasına yol açacak içsel tepkileri zorunlu kılıyor, işte tam bu zorunluluk noktasında da farklılıklarımız netleşiyor. Örneğin, LGBT ve feminist harekete karışmak istemem, savunmalarımın altında nasıl bir irade yattığını kolaylıkla ele veriyor; ailem, kendilerine dönük sorgularda bana taşıdıkları değerlerin inadını içsel derinlikte kavrayabiliyorlar. Kürt kimliği gibi, cinsel kimliklerinde savunulması gerektiğini söylediğimde, ailemin kabullenemediği kimi gerçekler örtülü bir tedirginlik yaratıyor, çünkü bizim ailede kimse fikirlerinin çürütülmesine katlanamıyor, yani farklılıklar açıkça kabullenmese de kemikleşiyor.

Dün akşam son dönemde moda olan kurt baskılı, renkli bir tişört almıştım. Belirgin bir kurt figürünün üzerine neon renkler çalışılmış, güzel bir tişört. Şu sıralar ailemin giyim toleranslarını zaten zorluyordum, üst üste diz üstü şortlar alınca bile “oğlum bir tane de diz altı al bari” demekle yetinebilmişlerdi. Fakat kurt apayrı bir çağrışım iletiyordu. Çocukken, babamla kavga ettiğimde, babamı kızdırmak için ülkücü işareti yapardım. Bu işaret babamı delirtir, çabuk o hareketi yapmayı kes, diye bağırırdı. Haliyle, kurt yorumlaması çocukken yaptığım şaka gibi bir tetikleyici olarak göze batıyordu. Tabii ki faşist simgelerden ben de büyük rahatsızlık duyuyorum, eminim ki babamın üzerinden geçen faşist sistem, yine babam tarafından tişört baskısı kadar basit bir göstergeye sıkıştırılamaz. Asıl mesele, birbirimize tanıdığımız rahatlıkların ardında yatan endişenin ne kadar çabuk harekete geçebileceğiyle ilgili. Babamı sinirlendiren, aramızda tamamlayamadığımız kimi durumları dramatize ederken hep aynı yorgunlukla sessizliğe geçmemiz. Tamam, dedim, istemiyorsan giymem. Tamam, dedi. Odama dönerken bir sonraki günün telaşlarını düşündüm. Yarın, yürüyüş vardı ve gidecektim ve de demokratikleşmenin tüm ötekilerle birlik olmadan gerçekleşemeyeceğini söylemem, nesnel bir gerçeklik niteliğiyle hepimizi tatmin etse de, beni o yürüyüşe katılmaya zorlayan dürtüler, ya da beni hayatın her alanında tutkuyla bütünleyen dürtüler, genetik bir düğümü, eski bir çelişkiyi meşrulaştıracak; mirasın gelişimindeki hızlı ivme, kabullenmemenin şiddetiyle çarpışacaktı.

1 yorum:

agungo dedi ki...

Kurt krizi/Kurt krizi/ arasında okadar hoş bir yapı kurmuşsunuz ki yorum yazmadan edemedim. Ayrıca olayı öylesin içten bir şekilde öyküleştirmişinz ki kendimi içinde yaşamış gibi hissettim