05 Nisan, 2010

Plastik Şans

Plansız günlerde ya da daha doğrusu günün sizi nereye götüreceğini hiç bilmediğiniz zamanlarda, tek ihtiyacınız olan, biraz şans. Bu yazı şansın biçim ve içerikleriyle ilgili.

Meğer İstanbul Tom Ford'u bekliyormuş. 'A Single Man'in ilk gösterimine bilet bulabilmek için uğraşmak gerekiyor; hele ki benim gibi biletleri son güne bırakmanın daha heyecanlı olduğunu düşünüyorsanız. Filmin başlamasına beş-on dakika kala belirleniyor içeri girip giremeyeceğiniz. O akşam herhangi bir VIP konuğun evde kalmayı tercih etmesi ya da bir arkadaşının peşinden gitmesi belirleyecek kaderinizi. Yani, Şans No.1

Atlas Sineması'nın önünde, yanımdan geçip giden insanlara bakmamaya çalışırken, tam da böylesi bir dikkat içerisindeyken, karşıma çıkan bir mitolojik kahraman, yarattığı kahramanlık öyküsünü tamamlamak için, karşıma dikildi. Bu öyküden ders çıkarması gereken kişi olarak, konuşmayı başlatmak konusunda hevesli olan da bendim. Görüşmek istediğim zaman göremediğim, bunu önemsemediğim zaman sürekli kesiştiğim birine karşı ister istemez çok rahat davranıyorsun. En azından, rahat davranmaya çalışırsın ve aranızda eskiyen onca şeyden sonra, bu rolü hakkıyla yerine getirmek, içten gelen bir yetenekle hallediliverir. Sonuçta, bir mitin içindeyiz, mitlerde kahraman tektir, gerisi peşinde.

Yine de, bu mitin soytarısı, artık ben değil, oydu. Kimseyi eğlendirmeye çalışmıyordu fakat ilk karşılaşmanın ardından geçen birkaç konuşma, sivri uçların nasıl törpülendiğini belli ediyordu. Gidip sıraya girdim. O da beni takip etti. Sırada ondan önde olma duygusunu bir zafer gibi yaşamaya karar verdim ve boş biletlerden bana düşenin parasını ödedikten sonra koşarak salona girdim. İçeride görüşürüz.

Şimdi, kalan biletlerin ardı ardına koltuklara ait olması olasılığı var fakat aksi olasılıkta var. O, ilk olasılığa çarparak tam arka koltuğu yığıldı. Hadi bu normal, diyelim. Önümde de onun bir başka mitolojideki karşılığı oturuyordu ve neredeyse, beni bekliyor gibiydi. Yani, Şans No.2

Bu sembolik anın tek bir yorumu vardı. Arkamda bıraktıklarımdan kurtulamıyordum, arkamda kalanlar önüme bir taş gibi düşebiliyordu; en azından güzel taşlar, diye kendimi rahatlatmaya çalıştım. Perdede ilk renkler görünmeye başladı. Colin Firth kabusundan uyandı. Eski sevgilisini hatırladı. Hafızamı reddedip başımı sabit tutmayı denedim, başardım da. Sadece perdeye baktım. Perdenin söylemek istediği birşeyler vardı. Colin Firth'un hüznü, ancak bir şansın yarattığı heyecanla bastırılabilirdi. 'A Single Man'de şans, bir plastikti. İster ateşle erit, ister çatıda soğut. Yani, Şans No.3

Bir plastik şansa ihtiyacım var, dedim. Hemen / o an / orada bir tane yarattım ve bu plastiği iyice parlattım.  Filmi nasıl buldun, sorusunu iki ayrı kişiye sordum. Neyse ki, çok yakınımdalardı da, bağırmak zorunda kalmadım. Ama eğer bağırsaydım; herkese iyi şanslar dilerdim.

3 yorum:

fozguven dedi ki...

su yatakta da amma robin williamsa benziyor.

fırat dedi ki...

sen deyince aklıma geldi. gerçekten de benziyor. ama yalnızca burada. çünkü o tek :)

Sarp dedi ki...

Filmin fragman ve tanıtımlarında Firth'ün canlandırdığı karakterin eşcinselliğine dair bir kelimenin bile "kasıtlı" olarak söylenmediğini, Charlotte'la öpüştüğü sahnenin özellikle vurgulandığını biliyor muydun?