Şükran Moral '
Amemus' performansında bir kadınla sevişti, ortalık karıştı. Magazin sitelerinde (
mesela) sözü edilen o röportajı, orijinal haliyle veriyorum şimdi:
Milliyet Sanat Aralık / Şükran Moral + Fırat Demir
Beylik bir laf vardır: Hayat şaşırtır. Bu iki kelimelik net cümleyi sarsılmaz bir bilgi olarak aklımıza kazımışızdır. Yine de, asıl şaşırtıcı olan, bilgimize ve alışkanlığımıza rağmen, kendimizi tesadüflerin büyüsüne kolaylıkla kaptırabilmemizdir. Çağdaş sanatta kadın, kadın kimliği/cinselliği ve gelenek-töre gibi temalara karşı geliştirdiği sarsıcı yaklaşımlarla tanınan Şükran Moral; şaşırtmayı bir tür bilince indirgerken, ‘hayat şaşırtır’ cümlesine daha da şaşırtıcı cevaplar arıyor. Eh, geriye sadece kendini
Şükran Moral’ın gerçekliğine bırakmak kalıyor.
Şükran Moral’la tanışmadan önce, aramızda 10-15 dakikalık bir telefon konuşması geçti. Moral’ın Aralık ayında Casa Dell’Arte Galeri’de sergileyeceği yeni performansı
‘Amemus’, performansın içeriğinden dolayı, performans öncesi herhangi bir bilginin sızdırılmaması gereken bir bütünlük içeriyordu. Yani, Moral’ın son yapıtını ‘görmeden’ anlamak için, yapılabilecek en geçerli hareket, Moral’ı ‘görmek’ olacaktı. 1994’den beri performans/video ve enstalasyon çalışmalarıyla pek çok sergiye imza atan Moral; bu seneyi ‘Amemus’ dışında bir de Contemporary İstanbul’da sergilecek bir video çalışmasıyla geçirecekti. Eserlerinde bir tür tutarlılığa yaslanan Moral, iki farklı eserini peşisıra sergileyerek, aslında biraz da kendi sanat tarihini sağlamlaştırmak istiyor, diye düşündüm. Moral ele aldığı temalarda bir merkez arayan, en derine inmeyi seven bir sanatçıydı. 2009 yılında Yapı Kredi Kazım Taşkent Sanat Galerisi’nde sergilenen
‘Aşk ve Şiddet’ sergisi; performansları, yerleştirmeleri ve fotoğraflarıyla kadın bedenine yüklenen suçluluk duygusunu en çıplak ve de en net şekliyle ifade ederken, sanatçının geçmişine de bir ‘revizyon’ etkisi katacak ön-bilgiyi içeriyordu. Moral, bireyin kendi bedeni ve kendi dürtüleriyle ilgili çelişkilerini, bazen birey üzerinden, bazense toplumsal bir perspektiften aktarmakla görevliydi sanki.
Telefonu kapadım, Şükran Moral’ın sesi üzerimde garip bir etki yaratmıştı, bir şeylerin beni çok ‘şaşırtacağını’ hissederek karşılaşma günümüzü bekledim.
Moral’ın evine yürürken, aklıma takılan tek şey, tanıdık mekanların biz de nasıl bir ortaklık duygusu yaratabileceğiydi. Beni Şükran Moral’ın evine taşıyan yol, hayatımın son döneminde benim için en çok ‘uzayan’ ya da çevresine ‘gül basan’ yoldu. Şükran, sanatına kendisini dahil etmekten, kendisini sanata dönüştürmekten iyi anlayan bir sanatçı olduğundan belki, bir başkasının ‘kendisi’ de, onun ‘kendi’ sanatıyla benzer bir karşılaşmaya maruz kalmıştı. Şükran Moral; her türlü ruh halinin karakter ve mekan olarak denkliğini bulup, bu denkliği en sıkı ya da en cılız zaman ağlarının içerisinde, başka denkliklerle çarpıştırabiliyordu. Örneğin, Moral’ın 1997 tarihli
‘Speculum’ eseri, ‘yok, yan yana duramaz, yok, orada olmaz’ diyebileceğimiz çok fazla olasılığı, bize en tanıdık ‘yollardan’ geçiriyordu. Sanatçının bacak arasına bir monitör yerleştirerek jinekoloji masasına uzandığı bu eser, birbiri ardına sıralanan dört video içeriyordu. ‘Speculum’, sanatçının hem yoğunlaşma, merkeze yaklaşma; hem de saçılma, çeperleri zedeleme edimlerini bir arada gerçekleştirebildiği bir örgüye sahipti. Moral, hiçbir sanatçının daha önce girmediği kimi alanlara, kendi eleştirisi dahilinde, kendi bayrağını çakarken; aynı zamanda da, bu hızlı pratiğin tam tersi bir sonuçla, kendi kavramlarını sessizce bir düzene taşıyordu. Bacak arasına yerleştirilmiş monitör, sanatçının hem cesaretini, hem sivriliğini, hem de kendine ait olanı, kendine ait kıldıklarını anlatıyordu. Gerçekten de, Moral tüm bu çalışmayı bir tür ‘ekstrem özdeşim’ süreci gibi yaşamış; Akıl Hastanesi’nde deliliğin, Hamam’da saflığını/kışkırtıcılığını, genelevde ‘tükenebilirliğini’, gasilhanede soğukkanlılığını bu sürecin gerekliliği için değil, bu sürecin topyekun varolabilmesi için kendinden katmıştı. ‘Speculum’; şaşırtma gücünü, hayret gücünü bu ekstrem deneyimlerden öz ve saf olarak çıkabilmesiyle alıyordu. Bilinmezlik ya da bile bile üzerine gitmek, ‘Speculum’da bir tür korunma demek oluyordu. İşbu, hangi yol sana kendini yürütür, hiç bilemezsin. Ama bazen, ara sokaklar hep bir yere, biraz derine, ta içine çıkar. Şükran Moral’la, oralarda bir yerde, karşılaşacaktık.
Moral kapıyı açtığında, üzerine geçirdiği siyah şık ceketle, enerjisini bana daha kolay anlatabiliyordu. Nefesim kesilerek, ‘böyle bir tesadüf olamaz’ diye sayıkladım kendi kendime. Moral’la benzer bir ‘önceki gün’ yaşamış olmamız, bizi bilip bilmeden, içinde bulunduğumuz güne taşıyordu, biz de o güne ait olmaya karar verdik. ‘Sana çok güzel yemekler yaptım’ dedi, evin her yanı onlarca güzel kokunun dengeli bir uyumuyla sarılmıştı. Moral, ‘keskin sirke küpüne zarar’ misali, zaferi ve yorgunluğu aynı anda hissettirebiliyordu. Böylesi bir yüzle, böylesi bir tesadüfte, böylesi bir karşılaşma anı içinde yapılabilecek her türlü konuşma, ister istemez, bir tür arınma ayinine dönüşecekti. Sofraya oturduğumuz gibi, hayata dair en önemli meseleleri, birbirimizi hiç tanımadan ve birbirimizi hiç tanıtmadan, hızla konuşmaya başladık. Moral’ın kendini kuma gömdüğü, ilk kez 2003 yılında, Roma’da sergilenen
‘Zina’ çalışmasındaki utancın kabullenişi gibi, biz de, kendi kabullenişimize –ya da reddedişimize- gömülüyorduk. Lafı gelmişken, ‘Zina’, ‘görülebilirlik’ üzerine bir ağıt gibiydi. Kendini taşlanarak öldürülen kadınların yerine koymayı, empatinin en uç sınırlarında deneyen sanatçı; sürekli gördüğümüz, gördükçe kanıtsadığımız kimi acıları bir tür kurgu içerisinde bize yeniden sunarken, sanat dili üzerinden, bizi alıp gerçeğin tam üzerine fırlatıyordu. Tıpkı mülteci sorunsalının ele alındığı
‘Bülbül’ performansında olduğu gibi, ‘Zina’ da, sert ve şok edici etkisinin altında çok ince fakat keskin bir şiirsellik içeriyordu. ‘Eserlerimdeki şiirselliğin göz ardı edilmesine üzülüyorum ama bu, onların derdi, benim derdim değil’ dedi Şükran Moral, konu şiirden, şiirsellikten açılınca. ‘Mesela son videomda görüntünün içine sürekli gök giriyor, o gök benim için öyle değerli ki…’
Bu sene Contemporary Istanbul’da sergilenecek olan yeni Şükran Moral video/performansı da bizimkisi gibi bir hızlı karşılaşmanın örneğiydi. Moral, Mardin’de bir Kürt köyüne bir gelin ‘oluvermişti’. Birden fazla kadınla evlenmeye bir ters bakış getiren Moral, kendine 20’li yaşlarda üç damat seçerken, her türlü karşılaşmanın altından aynı rahatlıkla kalkabileceğini kanıtlıyordu. Şükran’a bu video çalışmasındaki kurgunun ne derece gerçek, ne derece ‘hayat’ olduğunu sordum. ‘Benim kurgum, benim kurgusuzluğumdur’ dedi Şükran, ‘ben ne kurmak istersem isteyeyim, benim istediğimin önüne geçen bir sürü durumla karşılaşabiliyorum. Tüm Kürt köyünü bu eserin içine yerleştirmek istediğimde, ister istemez, o köyün kendi varlığı da bana, esere geçiyor.’ Heyecanla sorularıma devam ettim, ‘Ya ters giden bir şeyler olsaydı?’. Moral, büyük bir ciddiyetle cevapladı, ‘Ben sanatta, sanatımda göze almayı seviyorum. Kendimi riske atmayı seviyorum. Ancak böyle eserimin gelişebileceğine inanıyorum.’
Gerçekten de, Moral bu çalışmasında kurguyu bir tür ‘gerçeklik’ platformuna indiriyor ve kurguya bile, bir ‘gerçek’ olabileceğini hatırlatıyordu. Düğün ritüellerinin tamamen tersine çevrildiği bu evlilik, sanatçının müdahale ve aktarım gücünü bir köyün kendi dili içerisinde yansıtabiliyordu. Damatlarla uzun uzun ve neşeli bir şekilde dans eden, onları koluna takıp gerdek odasına götüren sanatçı, çokevlilik sorunsalını, bu sorunsalın kendi alışkanlıklarını ters-yüz ederek cevaplıyordu.
‘Peki’, diyorum, ‘Amemus’u böyle sır gibi tutmanın sebebi, senin de ne olduğunu tam bilmemen olabilir mi?’ Büyük bir rahatlıkla, hatta biraz gururla, ‘Evet’ diyor Şükran, ‘Amemus’un amacı seyircinin erotik bölgelerine sızmak ama bu amaca hizmet edecek performans, benim bile üzerime çıkan bir deneyim istiyor.’ Moral, Casa Dell’Arte’de gerçekleştireceği performansı konusunda kendi aklını temiz tutmaya çalışıyor. “’Amemus’ seyirci de nasıl bir etki bırakacaksa, bende de benzer bir etki bırakacak. Bu performans da seyircilerle adil bir konumdayım neredeyse. Seyirciler gibi ben de, birincil amacım olan erotizmin, benim bile kontrol edemeyeceğim bir biçimde ortaya çıkmasını bekleyeceğim.’ Moral, seyircinin karşısına çıkınca, neyi nasıl yapacağını kendi bile çok düşünmüyor, bir tür körebe.
Galiba Şükran Moral şaşırmanın sırrını çözmüş, diyorum kendime. Sohbet devam ederken, Şükran bana ‘Amemus’un nereye bağlanacağından kendi bile emin olmadığını, ama esas amacına, yani sarsıcı bir deneyime ulaşacağına çok inandığından bahsediyor. Moral, dikkatle dinliyor, dikkatla izliyor ama içinden geldiği gibi içini döküyor. Belki de bu yüzden, ‘Amemus’ için yapılabilecek hiçbir şey olmadığını biliyor. İkimizde aynı anda, pencereden dışarı, yola bakıyoruz. İşte hayat bu; sen duygularını ferah tutunca, yollar seni sana en yakın yere götürüyor.